Prof. Dr. Nevzat Tarhan: Duygusal zekânın en büyük düşmanlarından biri bencillik!

“Yalnızlığın en büyük nedenlerinden biri empati eksikliği ve duygusal zekâ yoksunluğu!”

Mantığın hayatımızda önemli bir filtre olduğunu ve mantık ile aklı duygularla birlikte denge içinde kullanmak gerektiğini kaydeden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bazı insanlar tamamen mantık odaklı, bazıları ise tamamen duygu odaklı bir yaklaşım sergiler. Ancak ideal olan, akıl ve duygular arasında bir denge kurmaktır. Hayatımız, akıldan kalbe bir yolculuktur. Hem aklımızı hem de duygularımızı etkin bir şekilde kullanmayı öğrenmeliyiz.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Duygusal zekânın en büyük düşmanlarından biri bencillik, özellikle narsisizmdir. Narsist kişiler dünyaya yalnızca kendi pencerelerinden bakar, başkalarının duygularını önemsemez ve empati yoksunluğu yaşarlar.” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, NPİSTANBUL Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duygusal zeka konusunu ele aldı.

Zeka belirli bir oranda doğuştan geliyor, geri kalanı öğreniliyor

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duygusal zekânın da diğer tüm zekâ türleri gibi belirli bir oranda doğuştan geldiğini ve geri kalanının da sonradan öğrenildiğini dile getirerek, “Duygusal zekânın yaklaşık yüzde 30’u doğuştan gelirken, yüzde 70’i sonradan öğrenilebilir. Bu durum sadece duygusal zekâ için değil, mantıksal zekâ, müziksel zekâ ve doğal zekâ gibi diğer tüm zekâ türleri için de geçerlidir.” dedi.

Doğuştan gelen zekâ farklılıkları çoklu zeka teorisiyle anlaşıldı

Kişilerin ‘Benim zekâm böyledir’ diye düşünmesinin yanıltıcı olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:

“Hatta Edison’a başarısının sırrını sorduklarında ‘yüzde 5 zekâ, yüzde 95 çalışmak’ diyor. Yani zekâ, insana yüzde 30-40 oranında avantaj sağlar; ancak bu oran kesin değildir. Geri kalan yüzde 60-70’lik kısmı sonradan kazanılır. Zekâyı bir bina gibi düşünebiliriz: Binanın taşıyıcı kolon ve kirişleri toplam maliyetin yüzde 30’unu oluştururken, geri kalan yüzde 70 ise donanım, duvarlar ve diğer yapısal detaylarla tamamlanır. Tıpkı bu benzetme gibi, kişiliğimizin ve zekâmızın yüzde 30-40’ı doğuştan gelirken, geri kalanı çevresel ve öğrenilmiş deneyimlerle şekillenir. 12 tane kişilik tipi var. Doğuştan gelen farklılıklar var. Doğuştan gelen zekâ farklılıkları, çoklu zekâ teorisiyle daha iyi anlaşılmıştır. Gardner, 1983 yılında geliştirdiği bu teoriyle zekânın tek bir boyutta olmadığını, çok yönlü olduğunu ortaya koydu. Örneğin, 1. Dünya Savaşı’nda zekâ, askere alma kriterlerinden biri olarak kullanıldı. 2. Dünya Savaşı’nda ise Hitler, zekâsı düşük olanları Alman ırkından olmadıkları gerekçesiyle tasfiye etti. Ancak daha sonra insan beyninin çalışma mekanizması, nöral ağlar ve sinir sisteminin işleyişi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Descartes’in Yanılgısı diye bir kitap çıktı. Descartes her şeye akıl diyordu. Düşünüyorum o halde varım diyordu. İnsan sadece düşünen bir varlık değil, hisseden bir varlık ve sosyal bir varlık aynı zamanda.”

Sol beyin eril, sağ beyin dişil… 

Sosyal ve duygusal becerilerden sorumlu belirli beyin alanları olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Mantıksal düşünme sol beyinle ilişkilendirilir; bu, eril beyin olarak da adlandırılır ve mantık, muhakeme, analiz, konuşma, hesaplama gibi işlevlerden sorumludur. Sağ beyin ise dişil beyindir; duygular, heyecanlar, müzik ve sanatla ilgilidir. Ön beyin ise bu iki beyin yarım küresini dengeler. Bir kişi sadece eril beynini, yani mantıksal yönünü kullanırsa matematiksel düşünmeye yatkın, mühendis zihniyetine sahip bir birey olur. Ancak yalnızca dişil beynini kullanırsa duygusal ve kararsız bir yapıya bürünür; bu durumda sürekli fikir değiştiren, maymun iştahlı dediğimiz bir profil ortaya çıkar. Bu durum, erkek ya da kadın fark etmeksizin herkes için geçerlidir. Sadece bir tarafını kullanmak, yapılan işleri yarım bırakmaya veya dengesiz bir başarıya neden olabilir. Başarılı ve dengeli bir birey olabilmek için ön beynin etkin kullanılması gerekir. Ön beyin, yüzde 60-70 oranında sonradan geliştirilebilen bir kapasiteye sahiptir. Tıpkı fizik tedavide kasların geliştirildiği gibi, beyinde de nöral ağlar güçlendirilebilir. Bu süreç, ‘duygusal kas’ metaforuyla açıklanabilir.” diye konuştu.

Duygusal zekâsı yüksek bir birey süper zekâya sahip olmasa bile müthiş işler başarabilir

Beyindeki duygusal yolları güçlendirdikçe duygusal zekânın da yükseldiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Duygusal zekâsı gelişmiş bir birey, belirli bir amaç için kendini harekete geçirebilir. Çoğu zaman, yüksek IQ’ya sahip ama tembel insanların üretkenlikten uzak olduğunu görürüz. Ancak duygusal zekâsı yüksek bir birey hem kendi motivasyonunu sağlar hem de IQ'sunu etkili bir şekilde kullanabilir. Böyle bireyler, amaçları doğrultusunda tutarlı bir hayat yaşar, gerekli donanımları biriktirir ve sürekli üretken olur. Hatta süper zekâya sahip olmasa bile müthiş işler başarabilir; çünkü onları hayatta dinamik ve üretken kılan, duygusal zekâlarıdır.” şeklinde konuştu.

Hızlı algılayan ve çabuk anlayan kişiler için ‘zeki’ ifadesi kullanılıyor

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Zekâ" kelimesinin, Arapçada "ışıltı" ve "parıltı" anlamlarına geldiğini ifade ederek, “Bu, oldukça güzel bir kavramdır; insanın parlak zekâsını ifade eder. Bu yüzden, hızlı algılayan ve çabuk anlayan kişiler için ‘zeki’ ifadesi kullanılır. Ancak bu tanım daha çok mantıksal zekâ için geçerlidir. Bir konuyu hızlı anlamak önemlidir ama başladığı işi bitirip sonuca ulaştırmak, duygusal zekâyla ilgilidir. Çünkü bunu başarmak, bireyin duygusal ve sosyal becerilerinden sorumlu olan alanların gelişmişliğine bağlıdır. Bazen yüksek fonksiyonlu otizm vakalarıyla karşılaşırız. Bu bireyler genellikle inanılmaz zekâ kapasitesine sahiptir. Dört ondalıklı iki sayıyı çarpmalarını istediğinizde hesap makinesi olmadan sonuçları saniyeler içinde doğru şekilde verirler. Bir manzarayı görüp perdeyi kapattığınızda aynı sahneyi kusursuz bir şekilde çizebilirler. Sözel zekâları oldukça gelişmiştir. Ancak, biriyle derin bir sohbet etmekte ya da sosyal bir konuyu anlamakta zorlanabilirler. Örneğin, herkesin güldüğü bir şeye neden gülündüğünü anlayamazlar, çünkü duygusal okuryazarlıkları gelişmemiştir. Bu durum onların sosyal ortamlarda başarısız hissetmelerine ve yalnız kalmalarına neden olabilir.” dedi.

Hayatta başarılı olmak için takım başarısı önemli…

Hayatta başarılı olmak çoğu zaman bir "takım başarısı" gerektirdiğini de dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Bu da ancak problem çözme becerisinin, dolayısıyla duygusal zekânın gelişmiş olmasıyla mümkündür. Zekâsı yüksek olmasına rağmen problem çözme becerisi eksik olan bireyler, bir sorunla karşılaştıklarında içine kapanabilir. Beş-altı dil öğrenebilirler, ancak bir ürün ortaya koyamazlar. Kendi içlerine çekilirler ve yalnızlaşırlar. Bu tür bireyler, yetenek yönetimi açısından doğru bir şekilde yönlendirilmelidir. Örneğin, mantıksal veya sözel zekâsı çok yüksek ama sosyal becerileri zayıf olan bu ‘dahi’ bireyler, kalabalık ortamlara sokulmamalı; kendi alanlarında ilerlemeleri sağlanmalıdır. Onların yeteneklerini doğru şekilde değerlendiren bir yönetici, bu bireylerin başarılı ve üretken olmalarına olanak tanır. Aynı zamanda, bu başarı bireyin tatmin olmasını da sağlar. Ama sosyal alanlara sokmaz onu.” ifadesinde bulundu.

Yetenek yönetimi nasıl olmalı?

Sosyal zekâsı güçlü ancak mantıksal zekâsı zayıf olan bireylerin de doğru alanlarda değerlendirilmesinin önemine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Yetenek yönetiminde asıl önemli olan, bireylerin farklı kişilik, mizaç ve yeteneklerini aynı amaç doğrultusunda koordine ederek etkili bir takım oluşturabilmektir. Bu, endüstri psikolojisi ve yönetim psikolojisinin temel konularından biridir. Başarı, yalnızca bireysel çaba ile değil, takım çalışmasının etkinliği ile mümkün olur. Doğru yönetilen bir takımda, herkes hem kendi potansiyelini gerçekleştirme fırsatı bulur hem de toplu başarıya katkıda bulunur.” diye konuştu.

İş yerinde başarılı olmak için roller doğru yönetilmeli

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, başarılı bir birey olabilmek için kişinin farklı rollerini doğru bir şekilde yönetmesi gerektiğine işaret ederek, “Evde bir anne ya da baba olarak farklı bir rolü vardır, iş yerinde bir profesyonel olarak farklı bir rolü. Kişi sabah çocuğuyla vedalaşıp evden çıktığında, iş yerine ulaştığında zihinsel olarak işe odaklanmalı ve o rolün gereklerini yerine getirmelidir. Duygusal olarak kendini işe verir ve dikkatini oraya yöneltirse işinde daha verimli olur. Aksi halde, aklı başka yerdeyken vücudu burada olsa bile verimlilik sağlanamaz. Bazen roller karışıyor, rol paylaşımı yanlış oluyor. Kişi duygularını yönetemediği için de hata yapmış oluyor. Duyguların yönetilmesi gerekiyor.” dedi

Duygusal tepkileri yönetmeyi öğrenmeliyiz

Duygu yönetimi konusuna da değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sorun yaşayan kişilerle ‘duygu yönetimi bataryası’ dediğimiz bir değerlendirme süreci uyguluyoruz. Bu süreçte, kişinin duygusal zekâsını ölçüyoruz. CERQ (Cognitive Emotion Regulation Questionnaire) gibi testler kullanarak, kişinin duygu ve düşüncelerini nasıl yönettiğini analiz ediyoruz. Bazen ‘düşünce ve duygu füzyonu’ dediğimiz bir durum ortaya çıkabiliyor. Bu, kişinin düşündüğü bir şeyi aynı zamanda hissetmesi ya da hissettiği bir şeyi düşünce zannetmesi durumudur. Duygu ve düşünce birbiriyle karışıyor. Terapide, duygu ve düşünceyi ayırt etmeye çalışıyoruz. Ancak bir kişi günlük hayatında bu ayrımı öğrenirse, böyle bir his geldiğinde hemen mantıksal bir çerçeveye oturtabilir. Duygusal tepkileri yönetmeyi öğrenebilir.” ifadesinde bulundu.

Akıl ve duygu arasında denge kurulmalı

Mantığın hayatımızda önemli bir filtre olduğunu ve mantık ile aklı duygularla birlikte denge içinde kullanmak gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bazı insanlar tamamen mantık odaklı, bazıları ise tamamen duygu odaklı bir yaklaşım sergiler. Ancak ideal olan, akıl ve duygular arasında bir denge kurmaktır. Hayatımız, akıldan kalbe bir yolculuktur. Hem aklımızı hem de duygularımızı etkin bir şekilde kullanmayı öğrenmeliyiz. Anadolu'nun kadim kültürü ve irfanı bu dengeyi bize öğretir. Mevlâna’nın öğretilerine baktığınızda duygu yönetimi konusunda önemli dersler verdiğini görürsünüz. Doğu bilgeliklerinden esinlenilerek duygusal zekâ ve çoklu zekâ kavramları geliştirilmiştir. Ancak bu kavramlar modern dünyada sistematize edilirken, orijinal kaynaklara referans verilmemiştir. Bugün özellikle Batı’da duyguları eğitmenin ve insani, ahlaki değerleri öğretmenin önemi giderek daha fazla vurgulanmaktadır.” diye konuştu.

Bir insanın merhametli ve empati sahibi olması önemli

Değerleri öğretmenin duygusal zekânın kazandırdığı önemli bir beceri olduğunu da dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Duyguları yönetmek için duygularla ilgili kalıp yargılar geliştirmek gerekir. Örneğin, bir insanın alçakgönüllü, paylaşımcı, merhametli ve empati sahibi olması önemlidir. Kötülüğün psikolojisi üzerine yazılan kitaplar, genellikle empati yoksunluğunu temel bir sorun olarak ele alır. Empati, kişinin hem kendi duygularını hem de başkalarının duygularını tanıması ve anlamasıyla ilgilidir. Duygusal zekâyı dört kelimede toplarsak: birincisi öz bilinç, kendini tanıma, ikincisi öz yönetim, kendini yönetme, arzu dürtülerini yönetme, üçüncüsü, sosyal bilinç yani toplumu başkalarını anlama ve dördüncü olarak da ilişki yönetimi, sağlıklı ilişki yönetebilme diye dört ana başlıkla toplayabiliriz.” şeklinde konuştu.

İşkolik insanlar iyi anne baba ya da eş olamaz!

Herkesin duygusal zekaya sahip olup olmadığı konusunda da Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Duygusal zekânın en büyük düşmanlarından biri bencillik, özellikle narsisizmdir. Narsist kişiler dünyaya yalnızca kendi pencerelerinden bakar, başkalarının duygularını önemsemez ve empati yoksunluğu yaşarlar. Bu kişiler, başkalarının hislerini anlamakta zorlanır, hatta farkında bile olmadan kırıcı ve incitici davranışlarda bulunabilirler. Narsist bireyler, genellikle A tipi olarak adlandırılan özellikler sergiler. Bu kişiler, yalnızca kendi bakış açılarına odaklanır ve duygusal okuryazarlıkları oldukça düşüktür. Eşinin hasta olduğunu öğrenir ama arayıp sormaz; sorulduğunda ‘işim vardı’ der. Çocuğuyla ilgilenmediğinde de aynı bahaneyi öne sürer. Onlar için kendi işleri ve öncelikleri her zaman ilk sıradadır. İşkolik insanlar genellikle bu profile uyar: İşlerinde son derece başarılıdırlar, ama iyi bir anne baba ya da eş olamazlar. Bu kişiler bir role sıkışıp kalır ve diğer rollerin gerektirdiği duygusal yönetimi yapamazlar.” dedi.

Yalnızlığın da en büyük nedenlerinden biri duygusal zekâ yoksunluğudur

Duygusal zekâya sahip bir kişinin, her rol için uygun bir duygu yönetimi yapabileceğini de anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bu, zihinsel esneklik gerektirir. Ancak narsist kişilerde ve inatçı bireylerde bu esneklik genellikle yoktur. Düşünce katılığı olan bu kişiler, yalnızca kendi fikirlerinin doğru olduğuna inanır ve ‘Ya benim dediğim olacak ya da hiç’ anlayışını benimserler. Bu durum, onları diğer insanlardan uzaklaştırır. Başlangıçta işlerinde ya da diğer alanlarda başarılı görünseler de zamanla yalnız kalmaya başlarlar. Tıpkı çizildiğinde kullanılmaz hale gelen bir teflon tava gibi, bir noktadan sonra çevrelerindekiler tarafından terk edilirler ve sosyal olarak izole olurlar. Yalnızlığın da en büyük nedenlerinden biri empati eksikliği ve duygusal zekâ yoksunluğudur. Hayatta başarılı olmak, yalnızca bireysel becerilerde değil, aynı zamanda başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmekte ve sürdürebilmekte yatar. Empati ve duygusal zekâ, bu sürecin temel taşlarıdır.” ifadesinde bulundu.

Duygusal zeka eğitimi pozitif psikoloji uygulamalarıyla destekleniyor

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duygusal zekâ eğitiminin günümüzde yaygın olarak uygulandığını ve bu eğitimlerin genellikle pozitif psikoloji uygulamalarıyla desteklendiğini de kaydederek, “Bu tür eğitimlerin temelinde kişinin kendini tanıması ve geliştirmesi yer alır. Duygusal zekâ eğitiminde ilk adım farkındalık kazanmaktır. Birey, ‘Güçlü yönlerim nelerdir? Zayıf yönlerim nelerdir?’ gibi sorulara yanıt bularak kendinin farkına varır. Bu süreç, psikolojik SWOT analizi veya "psikoSWOT" olarak da adlandırılabilir. İkinci aşamada kişi, hayatındaki hedefleri ve amaçlarını belirler. Bu hedefler kısa, orta ve uzun vadeli olarak ayrılmalıdır. ‘Hayattaki amacım nedir?’ sorusuna yanıt arayarak bir vizyon oluşturur. Ardından, bu amaca ulaşırken karşılaşabileceği tehditler ve değerlendirebileceği fırsatlar üzerine düşünür. Bu analiz, kişinin kendi yol haritasını oluşturmasına yardımcı olur.” diye konuştu.

Doi numarası: https://doi.org/10.32739/uha.id.58192